Fotoğraf Türkçe Öğretmeni tarafından gönderilmiştir. |
Bugünlerde okumaya en çok ihtiyaç duyabileceğimiz kitaplardan biri Lükse Övgü. Yazar Thierry Paquot Lüks kavramını kendisine özgü, eğlenceli bir şekilde kaleme alıyor. Lüks denilince akla gelebilecek her şey kitabın içinde. Pahalı eşyalar, lüks lokantalar, eşi benzeri olmayan çantalar, parfümler, evler, arabalar yazarın kitapta yer verdiklerinden sadece bir kısmı. Kitapta üstelik dünyaca ünlü bilinen markalara da yer veriliyor. Rolex saat, LouisVuitton çanta, Dior Parfümler, Pierre Cardin gömlekler, Karayipler de bir gemi yolculuğu, New York ta bir çatı katı gibi.
Bu kadarla da kalmıyor. Lüksün nasıl ortaya çıktığı, bu konuda daha önce yazılan görüşlere de yer veriliyor.
Can yayınları tarafından basılan Lükse Övgü, aslında hepimizin günlük yaşamında sorgulamadan kabullendiğimiz ayrıntıları sorgulamamıza neden oluyor. Hepimizin içinde bir yerlerde bir şeylere sahip olma arzusu var. Ve bu arzu bitmek tükenmek bilmiyor. İstediğimiz şeyi elde etsek dahi, daha fazlasını istemekten kendimizi alamıyoruz. Özgürlüğü dahi parayla ölçtüğümüz bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle bu günlerde en çok ihtiyaç duyabileceğimiz kitaplardan biri diyorum. Çevirisi Orçun Türkay tarafından yapılan, 144 sayfalık bu kitabı umarım sizde severek okursunuz. Fazlasıyla düşündüren kitaplardan 😌
Bu kadarla da kalmıyor. Lüksün nasıl ortaya çıktığı, bu konuda daha önce yazılan görüşlere de yer veriliyor.
Can yayınları tarafından basılan Lükse Övgü, aslında hepimizin günlük yaşamında sorgulamadan kabullendiğimiz ayrıntıları sorgulamamıza neden oluyor. Hepimizin içinde bir yerlerde bir şeylere sahip olma arzusu var. Ve bu arzu bitmek tükenmek bilmiyor. İstediğimiz şeyi elde etsek dahi, daha fazlasını istemekten kendimizi alamıyoruz. Özgürlüğü dahi parayla ölçtüğümüz bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle bu günlerde en çok ihtiyaç duyabileceğimiz kitaplardan biri diyorum. Çevirisi Orçun Türkay tarafından yapılan, 144 sayfalık bu kitabı umarım sizde severek okursunuz. Fazlasıyla düşündüren kitaplardan 😌
Kör Baykuş, Sadık Hidayet'in 1936 yılında çıkartılan ve başyapıtı olarak kabul edilen kısa romanı. Çevirisi ilk olarak 1977'de Behçet Necatigil tarafından yapıldı. Modern İran edebiyatının en önemli eserlerinden biri kabul edilen Kör Baykuş, ayrıca bir çok ülkede ses getirdi. Yazarın 1936'da yayınlandığı romanı günümüzde İran da yasaklı kitaplar arasında yer almaya devam ediyor.
Roman ilk olarak Behçet Necatigil tarafından yazılan, Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75.Yılında Sadık Hidayet başlıklı ön söz ile başlıyor. Sonunda ise yakın arkadaşı Bozorg Alevi tarafından yazılmış olan Sadık Hidayet'in Biyografyası yer alıyor. Bu bölümlerde yazarın hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi edinebiliyorsunuz.
SADIK HİDAYET KİM?
Sadık Hidayet, 1903'te Tahranda doğdu. Tanınan bir aileden geliyordu. Eğitimini tamamlamak için Belçika'ya sonra Fransa'ya geçti. İlk eserlerini de bu dönemde yazdı. Tahrana döndükten sonra Ailesinin kimliğini kullanarak devletin önemli isimlerinden biri olabilecekken, bir katip olarak çalışmayı tercih etti.
1951'de Başbakan olan eniştesi katledildi. Sadık Hidayet bu olay üzerine daha önce gerçekleştirdiği intihar girişimlerine bir yenisini ekledi. Paris'te hava gazlı bir apartmanda, gaz musluğunu açarak intihar etti.
KÖR BAYKUŞ KONUSU
Roman birbiri ile bağlantılı iki hikayeden oluşuyor. Birinci hikayede tek başına yaşayan, sürekli Afyon ve Şarap tüketen bir ressam konu ediliyor. Bir gün yaptığı resimlerinde yer verdiği kadın karşısına çıkıyor ve ikinci hikayeyi yazmaya karar veriyor.
İkinci bölümde ise karısı tarafından aldatılan hasta bir adamın hayat hikayesi anlatılıyor. Karısına olan aşkı, sevgisi ve hayalleri konu ediliyor. Diğer bir yandan ise karısının başka adamlarla kendisini aldatıyor olmasını kabullenemiyor ve içinde büyüyen kin ve nefret duygularına yer veriliyor. Bu duygular içinde her geçen günün daha da kötüye gittiği, sonunda ölümü bekleyen bir karakterin hikayesine dönüşüyor.
BENİM YORUMUM
Öncelikle Kör Baykuş, sanırım benim İran edebiyatından okuduğum ilk kitaplardan biri. Yazarın Modern İran edebiyatının kurucularından kabul ediliyor olması ve çevirisinin Behçer Necatigil tarafından yapılması okumamın en önemli sebeplerindendi. Çeviri beklediğim gibi kusursuz bir şekilde yapılmıştı. Akıcı ve anlaşılır. Ayrıca bu aralar sürekli karşıma çıkıyor ve kapak tasarımı da dikkatimi çekiyordu.
Akıcı ve anlaşılır bir anlatıma sahip olmasına rağmen rüyalar, kabuslar arasında giden bir hikaye söz konusu. Bu nedenle olsa gerek zor kitaplardan. Tekrar tekrar okusanız dahi eksik kalacak bir çok ayrıntı var gibi. Hikayede yer alan diğer karakterler aslında kendisinin bir yansıması hissini veriyor. Romanda birbiri ile bağlantılı olan iki hikayeden oluşmuş olsa da. Yer alan karakterler birbirine benzerlik gösteriyor.
Kör Baykuş, 95 sayfadan oluşan kısa bir roman. Üstelik Behçet Necatigil ve Bozorg Alevi bölümleri de çıkartıldığı taktirde çok daha kısa bir hikaye söz konusu. Acılar, bunalımlar, nefret, aşk, tutku, ölüm birleşince okuru çaresizliğin içine sürüklüyor ancak yine de ölmeden önce okunması kitaplardan biri kesinlikle. Sadık Hidayet'in hayat hikayesini de okuyunca neden böyle bir karamsarlık içinde olduğunu da anlamak çok zor değil.
Roman ilk olarak Behçet Necatigil tarafından yazılan, Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75.Yılında Sadık Hidayet başlıklı ön söz ile başlıyor. Sonunda ise yakın arkadaşı Bozorg Alevi tarafından yazılmış olan Sadık Hidayet'in Biyografyası yer alıyor. Bu bölümlerde yazarın hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi edinebiliyorsunuz.
SADIK HİDAYET KİM?
Sadık Hidayet, 1903'te Tahranda doğdu. Tanınan bir aileden geliyordu. Eğitimini tamamlamak için Belçika'ya sonra Fransa'ya geçti. İlk eserlerini de bu dönemde yazdı. Tahrana döndükten sonra Ailesinin kimliğini kullanarak devletin önemli isimlerinden biri olabilecekken, bir katip olarak çalışmayı tercih etti.
1951'de Başbakan olan eniştesi katledildi. Sadık Hidayet bu olay üzerine daha önce gerçekleştirdiği intihar girişimlerine bir yenisini ekledi. Paris'te hava gazlı bir apartmanda, gaz musluğunu açarak intihar etti.
KÖR BAYKUŞ KONUSU
Roman birbiri ile bağlantılı iki hikayeden oluşuyor. Birinci hikayede tek başına yaşayan, sürekli Afyon ve Şarap tüketen bir ressam konu ediliyor. Bir gün yaptığı resimlerinde yer verdiği kadın karşısına çıkıyor ve ikinci hikayeyi yazmaya karar veriyor.
İkinci bölümde ise karısı tarafından aldatılan hasta bir adamın hayat hikayesi anlatılıyor. Karısına olan aşkı, sevgisi ve hayalleri konu ediliyor. Diğer bir yandan ise karısının başka adamlarla kendisini aldatıyor olmasını kabullenemiyor ve içinde büyüyen kin ve nefret duygularına yer veriliyor. Bu duygular içinde her geçen günün daha da kötüye gittiği, sonunda ölümü bekleyen bir karakterin hikayesine dönüşüyor.
BENİM YORUMUM
Öncelikle Kör Baykuş, sanırım benim İran edebiyatından okuduğum ilk kitaplardan biri. Yazarın Modern İran edebiyatının kurucularından kabul ediliyor olması ve çevirisinin Behçer Necatigil tarafından yapılması okumamın en önemli sebeplerindendi. Çeviri beklediğim gibi kusursuz bir şekilde yapılmıştı. Akıcı ve anlaşılır. Ayrıca bu aralar sürekli karşıma çıkıyor ve kapak tasarımı da dikkatimi çekiyordu.
Akıcı ve anlaşılır bir anlatıma sahip olmasına rağmen rüyalar, kabuslar arasında giden bir hikaye söz konusu. Bu nedenle olsa gerek zor kitaplardan. Tekrar tekrar okusanız dahi eksik kalacak bir çok ayrıntı var gibi. Hikayede yer alan diğer karakterler aslında kendisinin bir yansıması hissini veriyor. Romanda birbiri ile bağlantılı olan iki hikayeden oluşmuş olsa da. Yer alan karakterler birbirine benzerlik gösteriyor.
Kör Baykuş, 95 sayfadan oluşan kısa bir roman. Üstelik Behçet Necatigil ve Bozorg Alevi bölümleri de çıkartıldığı taktirde çok daha kısa bir hikaye söz konusu. Acılar, bunalımlar, nefret, aşk, tutku, ölüm birleşince okuru çaresizliğin içine sürüklüyor ancak yine de ölmeden önce okunması kitaplardan biri kesinlikle. Sadık Hidayet'in hayat hikayesini de okuyunca neden böyle bir karamsarlık içinde olduğunu da anlamak çok zor değil.
Başar Başarır'ın öykü kitaplarından sonra çıkardığı ilk romanı olan Sibop, Can yayınları tarafından çıkarılan 327 sayfalık bir roman. Romanın 1. basımı çok kısa süre önce yani Ocak 2017 tarihinde çıktı.
Başar Başarır yayımlanmış öykü kitaplarıyla ve aldığı ödüllerle zaten bildiğiniz, tanıdığınız isimlerden. Kent Kitabı (1992), Eski şehrin Ayazı (1996), Nedir Hayat (2000), Getirin O Günleri Yakalım Bu Öyküleri (2003), Çıktığınız Hevesle İniniz (2004), Düzenboz (2012), Teklifinizle İlgilenmiyorum (2013) yıllar içerisinde yayınlanan öykü kitapları.
SİBOP KONUSU
Sibop, doğma büyüme Cihangirli Orhan'ın yani Sibop Orhan'ın ağzından anlatılan bir hikaye. Orhan hukuk fakültesini bitirmesine rağmen, mesleği ile ilgili herhangi bir şey yapmayı tercih etmediği gibi başka bir amacı da olmayan bir karakter. Hayatta olan ablası Nebahat ile yaşıyor. Birde hayattaki tek akrabaları olan halaları var.
Hayatına bir kadının girmesiyle yaşamında bir çok şey değişiyor. Aslı ile feyste tanışıyorlar. İlişkileri öylesine hızlı ilerliyor ki kısa bir süre sonra Aslı'yla evleniyor. Orhan evliliğinden sonra kendisini bambaşka bir hayatın içinde buluyor. Aslı ise yurt dışından yeni gelmiş, Türkçeyi bozuk konuşan, güzel bir kadın.
Aslı'nın babasından kalan miras, yeni evli çifttin başına bela oluyor. Bir anda ülkenin en güçlü inşaat şirketi, mafya, diğer ortaklar hatta kiralık katiller babasından kalan tiyatro binası için kapılarına dayanıyor. Orhan ve Aslının başına gelenler hukuksuzluğun günümüzde nasıl da normalleştiğini gözler önüne seriyor.
Sibop, geçmişi ve bugünü paralel şekilde anlatan bir roman. Bu nedenle hikayede geçmişten ve bugünden bir çok karakter var. Geçmişten Şule, kardeşi Tarik, Aslının babası Kerim, Oruç gibi karakterlerin hayat hikayesini okuyoruz. Onların hayatları bir tiyatro binasında geçiyor. Egolar, yalanlar, hırslar göz önüne seriliyor. Güç, Para, Şöhret uğruna yok olan dostluklar, arkadaşlıklar..
BENİM YORUMUM
Sibop, okuyucuyu gülümseten romanlardan. Orhan'ın iç dünyasından etkilenmemek mümkün değil. Özellikle bu bölümlerde tamamen konuşma dili kullanılıyor. Birazcık küfür ve argo kelimelere de yer veriliyor. Bu anlamda okuru doğal bir anlatım bekliyor. Yazar, Orhan'ın iç dünyasını anlatırken diğer bölümlerden farklı bir anlatım sunuyor. Orhan karakterinin dünyaya, aileye, kadın-erkek ilişkilerine bir erkek olarak bakış açısı ve gözlemleri hikayeyi çok daha fazla anlamlı hale getiriyor.
Hiç kuşkusuz benim en sevdiğim karakter Sibop Orhan'dı. Ancak Aslı da bozuk Türkçesi ile beni gülümseten karakterlerin başında geldi. Roman başladı ve bitti ama Aslı doğru tek bir cümle kuramadı. En ciddi olması gereken yerlerde bile yaptığı hatalar benim de anlam zehirlenmesi yaşamama neden oldu. Bir süre sonra bende alıştım, anlamaya başladım Aslı'yı.
Roman da geçmişten ve bugünden bir çok karaktere yer veriliyor olsa da anlam karmaşasına neden olmuyor. İlk sayfalarda benim gibi anlamakta zorluk çekebilirsiniz ama bu durum çok uzun sürmeyecektir. Bunun nedeni de zaman geçişlerinin yerinde yapılması olsa gerek.
''Zaten'' kelimesinin asıl anlamını öğrendim Başar Başarır sayesinde. Üstelik çok da mantıklı geldi. Bir çok okur da takılı kalmış bu kelimeye zaten.
Birde romanı okumaya başladığım ilk sayfada karşıma çıktı.
Son olarak Sibop, okuduğunuz için pişmanlık duymayacağınız, eğlenerek, gülerek okuyacağınız romanlardan. Ancak detaylarda saklı olan anlamı da bulup çıkarmak lazım. Evrensel bir sorun söz konusu. Yıkılmaya çalışılan bir tiyatro salonu mu? Daha fazla güç, daha fazla para üzerine bir de ölüm korkusu eklenince...
Başar Başarır yayımlanmış öykü kitaplarıyla ve aldığı ödüllerle zaten bildiğiniz, tanıdığınız isimlerden. Kent Kitabı (1992), Eski şehrin Ayazı (1996), Nedir Hayat (2000), Getirin O Günleri Yakalım Bu Öyküleri (2003), Çıktığınız Hevesle İniniz (2004), Düzenboz (2012), Teklifinizle İlgilenmiyorum (2013) yıllar içerisinde yayınlanan öykü kitapları.
SİBOP KONUSU
Sibop, doğma büyüme Cihangirli Orhan'ın yani Sibop Orhan'ın ağzından anlatılan bir hikaye. Orhan hukuk fakültesini bitirmesine rağmen, mesleği ile ilgili herhangi bir şey yapmayı tercih etmediği gibi başka bir amacı da olmayan bir karakter. Hayatta olan ablası Nebahat ile yaşıyor. Birde hayattaki tek akrabaları olan halaları var.
Hayatına bir kadının girmesiyle yaşamında bir çok şey değişiyor. Aslı ile feyste tanışıyorlar. İlişkileri öylesine hızlı ilerliyor ki kısa bir süre sonra Aslı'yla evleniyor. Orhan evliliğinden sonra kendisini bambaşka bir hayatın içinde buluyor. Aslı ise yurt dışından yeni gelmiş, Türkçeyi bozuk konuşan, güzel bir kadın.
Aslı'nın babasından kalan miras, yeni evli çifttin başına bela oluyor. Bir anda ülkenin en güçlü inşaat şirketi, mafya, diğer ortaklar hatta kiralık katiller babasından kalan tiyatro binası için kapılarına dayanıyor. Orhan ve Aslının başına gelenler hukuksuzluğun günümüzde nasıl da normalleştiğini gözler önüne seriyor.
Sibop, geçmişi ve bugünü paralel şekilde anlatan bir roman. Bu nedenle hikayede geçmişten ve bugünden bir çok karakter var. Geçmişten Şule, kardeşi Tarik, Aslının babası Kerim, Oruç gibi karakterlerin hayat hikayesini okuyoruz. Onların hayatları bir tiyatro binasında geçiyor. Egolar, yalanlar, hırslar göz önüne seriliyor. Güç, Para, Şöhret uğruna yok olan dostluklar, arkadaşlıklar..
BENİM YORUMUM
Sibop, okuyucuyu gülümseten romanlardan. Orhan'ın iç dünyasından etkilenmemek mümkün değil. Özellikle bu bölümlerde tamamen konuşma dili kullanılıyor. Birazcık küfür ve argo kelimelere de yer veriliyor. Bu anlamda okuru doğal bir anlatım bekliyor. Yazar, Orhan'ın iç dünyasını anlatırken diğer bölümlerden farklı bir anlatım sunuyor. Orhan karakterinin dünyaya, aileye, kadın-erkek ilişkilerine bir erkek olarak bakış açısı ve gözlemleri hikayeyi çok daha fazla anlamlı hale getiriyor.
Hiç kuşkusuz benim en sevdiğim karakter Sibop Orhan'dı. Ancak Aslı da bozuk Türkçesi ile beni gülümseten karakterlerin başında geldi. Roman başladı ve bitti ama Aslı doğru tek bir cümle kuramadı. En ciddi olması gereken yerlerde bile yaptığı hatalar benim de anlam zehirlenmesi yaşamama neden oldu. Bir süre sonra bende alıştım, anlamaya başladım Aslı'yı.
Roman da geçmişten ve bugünden bir çok karaktere yer veriliyor olsa da anlam karmaşasına neden olmuyor. İlk sayfalarda benim gibi anlamakta zorluk çekebilirsiniz ama bu durum çok uzun sürmeyecektir. Bunun nedeni de zaman geçişlerinin yerinde yapılması olsa gerek.
''Zaten'' kelimesinin asıl anlamını öğrendim Başar Başarır sayesinde. Üstelik çok da mantıklı geldi. Bir çok okur da takılı kalmış bu kelimeye zaten.
''Bizim en kıymetli aile mirasımız. Soyadına kayıtlı bir mücevher. Anam ''sen zaten'' diye başlamaya görsün, dünyayı babamın başına yıkana kadar susmazdı. Adamcağız gözümüzün önünde büzüşür, küçülür, yok olurdu. Bi ''zaten'' de neler gizlidir bilir misiniz? Bütün sorulmamış hesaplar. Ses çıkarılmamış hatalar. Hoş görülmüş, görmezden gelinmiş, katlanılmış her türlü yanlış. Sonradan ortaya çıkan mahsurlar... Kapı aralığında komşu teyzelerden öğrenilen ve kişiyi kıskançlığa boğan bi dedikodu. Zaten demek doldum ben demek, alakasız mevzuları bi araya getirip başından aşağı şimdi boşaltıyorum demek. Görülecek hesabımız var, hiçbirini unutmadım, bana yutturamazsın... Sen zaten...''
Birde romanı okumaya başladığım ilk sayfada karşıma çıktı.
Şimdi sürekli ''Şimdi düşünüyorum da, mı acaba?'' diyerek dolaşıyorum ortalıkta.
Son olarak Sibop, okuduğunuz için pişmanlık duymayacağınız, eğlenerek, gülerek okuyacağınız romanlardan. Ancak detaylarda saklı olan anlamı da bulup çıkarmak lazım. Evrensel bir sorun söz konusu. Yıkılmaya çalışılan bir tiyatro salonu mu? Daha fazla güç, daha fazla para üzerine bir de ölüm korkusu eklenince...