Zülfü Livaneli - Serenad

Pazartesi, Ağustos 08, 2016

Zülfü Livaneli'nin Kardeşimin Hikayesi ve Konstantiniyye Oteli adlı kitaplarından sonra okuduğum üçüncü kitabı Serenad oldu. Diğer iki kitabı gibi Serenad da severek okuduğum kitapları arasında yer aldı benim için. Tarih ve günümüzün bir arada sunulduğu bir kitap daha diyebilirim ve benim de en sevdiğim tür oluyor. Roman 484 sayfa ve 2011 yılında Doğan Kitap tarafından çıkartılmış.

Romanın anlatıcı Maya Duran. İstanbul Üniversitesinde sözleşmeli bir memur olarak çalışmaktadır. Maya Duran oğluyla yaşayan ve eşinden boşanmış bir kadındır. Oğlu Kerem ile olan ilişkileri ise yolunda gitmemektedir.

İlerleyen günlerde İstanbul Üniversitesine konuk olarak Amerikan vatandaşı olan Prof. Maximillian Wagner davet edilmiştir ve bu süre içerisinde onunla ilgilenecek kişi ise Maya Duran'dır. Maya Duran mesleği gereği birçok defa yabancı konuk ağırlamış biridir ve bu sebeple bu görev onun için çok sıradandır.

Prof. Maximillian Wagner 87 yaşında olmasına rağmen etkileyici bir görünüme sahiptir. 1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesinde çalışmıştır. O dönemde İstanbul da kısa bir süre kalan Max, hayatının en unutulmaz anlarını bu şehirde geçirmiştir. Max ve Maya'nın yakınlaşması ise Şile'ye gittikleri gün başlamıştır. Şile'ye gittikleri gün Maya'nın hayatının değişmeye başlayacağı gündür. 
Bu buluşma zaman içerisinde Türk ve İngiliz istihbaratçılarının da  peşlerine takılmasına neden oluyor.

Max'ı İstanbul'a kadar sürükleyen hikayesi Nazi Almanya'sında başlamaktadır. O dönemde Almanya da bir üniversite de öğretim üyesi olarak çalışmaktadır ve yahudi olan Nadia adındaki bir öğrencisine aşık olur. Kısa süre içerisinde evlenirler ancak Yahudi kimliğini saklamak zorundadırlar. Hitler ise her geçen gün büyümekte ve Yahudiler için tehlikeli olmaya devam etmektedir. Max ve Nadia bir karar vererek İstanbul'a yerleşmeye ve orada yaşamaya karar verirler. Ancak İstanbul'a sadece Max gelebilir ve burada karısını beklemeye başlar. Her geçen gün eşinin geleceği günün hayalini kurar. Nadia İstanbul'a kadar Struma adlı gemiyle gelmeyi başarır ancak o gemiden inemez ve gemiyle birlikte İstanbul sularında yok olur gider. İstanbul'a yeni bir hayat kurmak için gelen Max, hayatında en değer verdiği kişiyi gözleri önünde kaybetmiştir.

Max ve Nadia'nın hikayesinde hepimizin birçok defa duyduğu Struma gemisindeki katliam gözler önüne serilmektedir. Ancak romanda ayrıca Mavi Alay olayına da vurgu yapılmaktadır. Nadia gibi, Maya'nın Kırım Türkü olan anneannesi ve Ermeni babaannesi de kimliklerini ve hayatlarını değiştirerek hayatta kalmayı başaran iki diğer kadındır. Bu iki kadının hikayesiyle de roman çok daha fazla hikayenin anlatıldığı bir romana dönmüştür. Bir tarafta Nazi Almanya'sı ve II. Dünya Savaşı sırasında Yahudileri taşıyan, İstanbul açıklarında batırılan bir gemi olan Struma anlatılırken, bir taraftan da Kırım Türkleri ve Mavi Alay olayı anlatılmaktaydı.

Benim ilgimi çeken en önemli kısım ise Max ve Nadia' nın anlatıldığı kısımdı ve daha fazlasını okumak isterdim doğrusu. Romanın geri kalan kısmı ise Maya tarafından anlatılmaktaydı, ancak Maya bende çok fazla soru işareti oluşturdu açıkçası. Eski eşi ile olan ilişkisi ve oğlu kerem ile olan ilişkisinde eksik veya yetersiz kalan yerler vardı. Bu eksik noktalar sanırım bir erkek yazarın, kadın karakter azından romanı anlatmasından kaynaklanıyor.

Romanın sonu ise tam istediğim  gibi bitti. Max ile birlikte hayatı ve düşünceleri tamamen değişen Maya tam da istediğim gibi bir sondu.

Romanın sonunda ise bir Azrail bölümü vardı. Okuyanlar mutlaka hatırlayacaktır. Bu bölüm olmasa da olurmuş gibiydi. Biraz fazla mı zorlama olmuş diye düşündürttü bana.


''Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır.  Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir. Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz şekilde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti . Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık.''

Serenad bana göre kusursuz değildi ancak konusu, kurgusu ve Zülfü Livaneli anlatımıyla benim sevdiğim bir kitap oldu. Özellikle çok fazla bilgimin olmadığı bir konu üzerine yazılmıştı, bu nedenle ilgiyle okudum. Üstelik romanın büyük bir araştırma sonucu ortaya çıktığı da çok belliydi. Özellikle olaylar çok iyi harmanlanmıştı. Bu nedenle okumanızı tavsiye edebileceğim kitaplar arasında yerini aldı.

Bunlarda İlginizi Çekebilir

14 yorum

  1. siz benim okuyamadıklarımdan mısınız , bu iki kitabı konstantiniyee ve serenad okuyamadım ben , kardeşimin hikayesini ise çok sevmiştim :D sevgiyle...

    YanıtlaSil
  2. Şu kitabı bir türlü fırsat bulupta okuyamadım :/

    YanıtlaSil
  3. çok çok mükemmel bir eser :) bende beklerim :)

    YanıtlaSil
  4. Sizi takibe aldım bende bloguma beklerim :))

    YanıtlaSil
  5. En sevdiğim yazarlardan Zülfü livaneli 💕 bana Atam' ı hatırlatıyor ... Yiğidim aslanım orda yatıyor diyesim geldi bir anda 😊 takipteyim sizi. neyse ; bende blogumu yeni açtım 😊 takipte kalınız güzel şeylerle geleceğim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Livaneli gerçketen çok iyi bir yazar, bende ktiaplarını ve müziklerini çok seviyorum :) Bende sizi takibe alıyorum o zaman. Yazılarını bekliyor olucam.:)

      Sil
  6. Bu kitabın, profesörün eşiyle ayrıldıktan sonra yaşadığı acı ve kemanla sahilden seranadı çalması benim unutamadıgım kitaplardan biri olmşükür.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Profesörün hikayesi beni de çok etkilemişti. Yağmurlu bir günce denize karşı keman çalması ve sevdiği kadının İstanbul'a gelmeyi başarsa da o gemiden inememesi ve gemiyle birlikte sulara gömülmesi. Bu kitapla ilgili bende yer etmiş unutulmaz sahnelerden. :)

      Sil

Facebook

Subscribe